Çok başıma

Sabah erken randevusuyla buluşmaya geldim. Sessiz, özlediğim, evde gün başlamadan, sokakta araba geçmeden, üst katın tek tük terlik sesleriyle, güneşin parmaklarını geçirdiği zakkumların gölgesinde, tekbaşıma ve çokbaşıma olmaya bir randevu.

Ama çok mümkün değil. İşte bu haftanın misafir köpeği Pingu klavyemin tuşlarını duyup geldi bile. Patpatpatpat kaşınıyor koca kuyruğunu yere vura vura. Neyse ki gelip o ıslak burnunu kucağıma koymadı. Her misafir köpeğin ıslak burnu, sıcak nefesi yüzümün iki parmak ötesinde. He-he-he-he beş kardeş suratıma hızlı hızlı nefes nefese vurur gibi he-he-he-he. Lord oğlumdan böyle görmedik ki bilelim. Yatakta sağdan sola döndüğümde birden yabancı bir karşılama. Günaydın gözleriyle burun burunayım. Küçük bir dile karşı büyük sevgi isteği. Arz talep meselesi.

Çok başıma demekle haklıymışım. Şimdi Coffee de sahnede. Çünkü az önce Bey de kalktı, kanbersiz düğün olmazdı. Bugün herkes evde, dükkan kapalı. Her bir nefes kendi köşesine -kanepe, kanepe yamacı ve masa altı- yerleşip sessizliğine gömülünce ekranım ve tuşlarım yine bana kaldı. Araba sesi hala yok, göklerden geçen uçak var. Uçağa binmeleri özledim. Havaalanlarını, yolcu olmayı, bavulumu çeke çeke ekranları takip etmeyi, küçük şişede gelen şaraplardan içmeyi, kitabımı okuyup önümdeki koltuğun örgü cebine sıkıştırmayı, göğe yaklaşmayı, kuş bakışı gördüğüm denizleri dağları bulutları güneşi ve ayı.

Neslihaaaann.

İçeriden seslenenim var. Bugünün farkı. Çok başımalıklarımda insandan çok hayvanlar ve bitkilerle haşır neşirim. Geçen hafta Bey yoktu, ondan önceki hafta başka bir köpek, Kaito misafirdi. Gün içinde görüp konuştuğum köpek, kuş, çiçek. Bir de Outlander var, ‘aye mistress’. O da tek yönlü dinleti. Dün müydü, dündü, konuşmak yerine kendimi bazı bedensel taklitler ve seslerle ifade ettiğimi farkettim. Ateş püskürten ejderhaydım. Ay bir eğlendim bir eğlendim. Bey biraz endişelenmiş olabilir. Gözlüklerinin üstünden bakmakla yetindi, gülümsedi. Köpekleri insanlaştırıyor muyuz konuşmalarına insanları köpekleştirelim dünyamız güzelleşir diye cevap verdim. Anlayana.

Yine de üç kıymetli arkadaşımla üç ayrı günde uzun ve derin sohbetlere daldım. İki haftadır devlet dairelerinde bitmek bilmeyen mesailerimin üstüne ilaç gibi geldi acı tatlı, eski yeni, dolu dolu konuşup paylaşmak. Kırklarımdan sonra tanıdığım, samimi olduğum kimilerinin çok daha kısa sürede çok daha derin ve gerçek yerlere yerleştiğinin ayırdındayım. Bu ne zamandır içimde demleyip iyi hissettiğim, güvendiğim, açıldığım insanların, maske takmadan, kostüm giymeden kendim olabildiğim adreslerin mevsimiydi. Kendim olamadığım arkadaşlıklarım olmadı, ama bazen kibarlıktan, bazen kırılganlıktan, bazen korkudan, bazen diğerinin baskınlığından kendimi geride, rölantide tuttuklarım oldu. Hep o yumuşak sınırda. Yumuşak sınır genelde benim aleyhime çalıştı, bunun adını şimdi koyuyorum. Çok ve kalabalıktım, herkes kalabalıktı. Yaşadık yaşadık, iyi ki diye diye damıtıp süzdük eledik ayıkladık. Bazen de sadece bitti işte, ‘iyi ki’si ve ‘yetti’siyle. Kırkların bana verdiği en hoşuma giden olgunluk bu sanırım. Neysem o olmak, içim ve dışımla bütünleşmek, giyindiğim bu (fiziksel, zihinsel ve duygusal) rahatlık ve samimiyetle konuşabildiğim, paylaşabildiğim, yazabildiğim, dinlendiğim nefeslerle çevrelenmek. Bazen de sadece oturup susabildiğim. Karşılıklı konuşabilmek kadar birlikte susabilmenin de kıymetini şuraya koyayım.

Okuduğum yazarlara da aynı hislerle çekiliyorum belki. Chimamanda Ngozi Adichie’nin öykülerini dinledikçe yazımından, tasvirlerinden daha da etkileniyorum. Evet, geçen yazımın üstüne bunu yeniden tekrarlıyorum. Çok iyi bir göz, çok sıkı bir kalem. İnsanların bedenlerini, tenlerini, yüzlerini fiziksel özellikleri üstünden duygu boyutuyla öyle titiz ve incelikli veriyor ki. Tipik bir Başak işleyişi. Veya yer ve mekan hissini, o tropik yerel ağaçları, nemli sıcak iklimi, tozlu çamurlu yolları öyle sahneleyip boyutlandırıyor ki. Ya da insanların bağıra bağıra görünen dışavurumlarıyla susa susa sakındıkları derin iç dünyalarını öyle yumuşakça boşluğa salıyor ki. Okuduklarım içimde yazma şevki uyandırıyorsa oraya tutunmalı. Şili’den sonra Nijerya’ya kayıyorum. Şu doğum haritamı alıp Santiago’dan sonra bir de Lagos’a konumlayarak bakmalıyım.

Bugün de böyle bir iç döküş olsun. Çok başımalıklarımı alıp bir süzgeçten geçireyim, tek başımalığımı yakaladığım bir başka gün buraya döneyim. Pingu kız ve Coffee oğlanı daha fazla aç bırakmadan güne gireyim. Köpeklerle mama randevusu.

Cooo ffeeee. Piiiiiin guuuu.

bagajdaki dadaşlar ve kızaran saçlar

*Bugün, yarın Aslan’da Venüs, Mars ve Ay kavuşumu var. Ateşli, eğlenceli, aşklı meşkli, çok mu sıcak ve tatlı, güzel ve nefis. Hadi tadını çıkaralım, şarkı söyleyelim, dansedelim. Hayat kısa.

6 Replies to “Çok başıma”

  1. Yine akıp tatlı tatlı gitti yazı, inceliklerin içinde bir ismi ucundan yakaladım ama! Nijeryalı yazarların hastasıyım ki tanımadığım biri, ilgileneceğim hemen, okunmadıysa eğer Oyinkan Braithwaite- Kız Kardeşim Seri Katil, şu sıkıntılı günleri eğlenceli kılabilir bir polisiye ve ayrıca Man Booker ödüllü Chinua Achabe’nin yerel, kabile hayatını anlatan üçlemesine ilk kitap Parçalanma ile başlanabilir sanki:)

    Beğen

  2. @Buraneros Aa, hem Nijeryalı yazar seviyor hem de Adichie’yi denemediyseniz hemen ve ilk fırsatta. 🙂 Kız Kardeşim Seri Katil’i severek okumuştum, hatta çevirmeni liseden sınıf arkadaşım. Braithwaite de gelecek vaat eden, ödüllü, taze bir ses. Chinua Achabe’yi ise bilmiyorum, muhakkak ilgileneceğim. Çok teşekkürler, sevgiler… 🙂

    Beğen

  3. Yazilarin yaninda muzikler de harika.Bir cok yeni sarkici ve grup taniyorum sayenizde.

    Beğen

Yorum bırakın