Boş

İstasyon boş. Kadın yalnız. Zaman belirsiz. Tünel karanlık.

Sessizlik.

Arka peron kalabalık. Vagonlar tıgıdı tıgıdı, raylarda dolup boşalanlar vızıltılı. Gürültü, uğultu, cızırtı. Ve sütten kesilmişlik. Sonra sessizlik.

Ses-siz.

Şşş.

Siz-ses?

Sesi gelen ikizi mi? Castor’un Polluks’u, Hermes’in Lilith’i? Kalbi sırtında atan biri, göğsünde hisseden öteki. Duvarlar beyaz kare seramikli. Banklar metal dikine çizgili.

Hepsi boş, biri tek.

Tekil insanın çoğul çarpıntısı. Tıkıdı tıkıdı tıkıdı. Raylardan yansımalı, metal bankta oynatmalı. Siyah külotlu çorapları, rugan bağcıklı pabuçları sımsıkı bitişmiş bacaklarından ayaklarına sarmalı sarmalamalı.

Yanlış peronda mı? Durak tabelası? Gereksiz. Burası orası. Orada olmanın sancılı sanrısı.

Arka tarafta tıgıdı tıgıdı, dolup boşalan vızıltı. Burası, bekleyişin sadece isimsiz adı.

Ne adı? Beyazın siyahı, karanın akı. Paltosu açık gri, büyük kemik düğmeli. Keskin gözleri, duvarın ötesini görmeli. Edeb yahu. Yüzü flu, değil, kapalı. Yüz-süzün icadı.

Süzül karşıdan. Süzmeye sevdalı. Sevda mı? Soğuk seramikler, suskun peronlar, ışıksız tünellerde boğulmalı, boğulmalı, boğulmalı.

Yut onu, yutkun, indir aşağı.

Çocuklarını yutan Uranos, babasını hadım eden Kronos, kutsal boğayı kurban etmeyen kral Minos.

Yoksa burası Tartaros?

Şşş.

Sessizlik.

Tünel karanlık. Zaman belirsiz. Kadın yalnız. İstasyon boş.

Boş.

Yorum bırakın