Boş

İşte geldim buradayım, ben bu işte ustayım.

Geceyarısı yattım, bir buçukta kalktım. Neden? Çünkü yine bir dolunay gecesi uykucuğum kaçtı. Yani aslında yattım sayılmaz. Yatayazdım hacıyatmaz.

Anlamıyorum. On bir civarı içim geçiyor, misler gibi yatıyorum. Kafamı yastığa koymamla gözüm kapanıyor, iç gözüm açılıyor. Kalp çarpıntısı ve yatakta bir cin. Yahu şimdi buradaydın, nereye kayboldun uykucuğum? Bak tatlı tatlı, cicimli bicimli konuşuyorum, hala yoksun. Yanımdaki iki horhorcuysa anında öteki tarafta, birbirleriyle frekans yarıştırıyorlar. Obuayla kum tepsisinin düeti. Yo hayır, uyuyamama sebebim değiller, ama topuklayıp kaçan uykucuğumu bir de onlar kovalıyorlar düdüklü tencereler.

Zaten yaz da gelmemiş. Mış gibi yapıyor, hoop, hemen kış. Güneylere indik, adalara çıktık, canım ne deniz çekti ne su. İlk ihtiyacım ısınmak. Boşuna yakmadım o mumları bütün kış. Halbuki hatırlarım, yirmi üç nisan senin on dokuz mayıs benim Kaş’a, Saros’a dalışa giderdik. O buz gibi sulara mevsim öncesi -dona dona- dalar, cakamızı atar, dipdiri çıkardık. İnsanın içi kaynayagörsün. Şimdi dışarıdan ısıtmaya ihtiyaç çok, güneşe bile güven yok. Döviz iniş çıkışıyla yarışan iklim koşullarıyla kışı kapatıp yine kışa giriyoruz. Geliyormuş yarın sabah yağmur, sonra da onlarca derece aşağı düşüş. Bildiğin ısı çakılışı ve mevsimsel asimilasyon. Ne üşüdük be kardeşim, bünyeye lazım hep çift don.

Ama başka bir yaz tadı var evde. Ağzım kulaklarımda. Yokluğumuzda bizim kumrukuşların yavruları çıkmış. İki tane çirkin, kırpık, pembe gagalı tip. Böyle zarif, endamlı yaratıkların nasıl bu kadar tipsiz yavruları oluyor, çok komik. Haftabaşında anne baba hala dönüşümlü gelip yavruların üstüne yatıyorlardı. Zaten önce sadece bir tane var sandım, diğerini göremedim. Sonra anne bunları bırakıp mama toplamaya gidince iki tane olduklarına aydım. Ayy, nasıl bir heyecan, nasıl bir sevinç! Bizim için kuş bebişler bir ilk.

Her gün sabah akşam gizli bir röntgenci gibi büyük bir merakla inik duran storun ardından onları gözlüyor, bazen yavaşça altını kaldırıp usulca onlara bakıyorum. Birbirlerine dayanıp titriyor, arada bir ters yüz olup birbirlerine yaslanıyorlar. Kalplerinin pıtı pıtı, hızlı hızlı attığını görüyorum camın ardından. Sanki ikisi safi tüylü birer kalp. Yukarı aşağı yukarı aşağı inip kalkıyorlar bebe tüyleriyle. Arada da totoları.

Annekuşun yavruları beslemesine şahit oluyorum. Gözlerim yuvalarından fırlıyor. Yavrukuşlar annenin boğazının içine kadar girip anneyi bayıltacak kadar dipliyor. Büyük bir taarruz hüküm sürüyor. Bir tanesi öbüründen daha baskın, daha bir besili, dalıyor da dalıyor annekuşa. Kardeş de kendini gagadan içeri sokana kadar ittir kaktır savaşıyor besili büyüğüyle. Kumrular yavrularını kursaklarından kusarak beslermiş. O yavrular o kursağı pembecik kargacık gagalarıyla öyle bir sondajlıyorlar ki annekuşun gözlerinin akı gidip geliyor. Ah diyorum şimdi küt diye devriliverecek. Yemedim yedirdim halinin kuş dili bu mu? Segenigin agadıgın nege? Kugumrugu.

Evet, konularım bu kadardı, ama uykum gelmedi. Geveze bir haldeyim, ne uykusu? Açıldıkça açılıyorum.

Bu insanlardan bir mok olmaz. Kriz arsızı, para hırsızı herkes. İtham ediyor, suçluyorum. Var mı karşı koyan? Bak sinirlendim yine, daha da uykum kaçacak. Yedi senedir oturduğumuz şu dairede kira kontratı yenileme zamanımız geliyor. Geldi demedim, geliyor. Evet, zamana göre kiramız düşük kaldı, bir zam talebi ve güncelleme yapmak söz konusu olacak illa ki. Bunun yolu yordamı nedir? Ararsın, konuşursun, teklif edersin, karşı teklif alırsın, anlaşırsın anlaşamazsın ama bir diyaloga girersin önce, değil mi? Bu kadar sene ne bir eksiğimiz ne bir hatamız var. Karşı taraf istemeden yıllık endekse göre zamlarımızı yapmış ödemişiz. Bu daireye taşındığımızda yatırımlarımızı, masraflarımızı yapmış, değerini artırmışız. Her zaman ulaşılabilir olmuşuz ve lakin karşı taraf olmamış. Görünen köye kılavuz gereksiz.

Velhasıl bugün Cumartesi Cumartesi kapı çalıyor. Kim o? Posta. Ptt memuru geliyor, adımıza bir tebligat. Allah allah. Kimden? Hiç tanışmadığımız ev sahibinden. Çünkü kendisi yurtdışında, burada ailesinden sürekli değişen vekilleri var. Hayda. Diyorum kirayı yatırmayı mı unuttuk, bir şey mi atladık nedir? Kağıdı imzalayıp alıyor, açıyorum. Bir hukuk bürosundan çekilen ihtar. Ne? Efendim kira kontratı yenileme zamanıymış -henüz değil, önümüzdeki ayın başı-, yaptıkları değerlendirme ve yıllık endeks ortalaması vs doğrultusunda dün itibarıyla kiramızın üç katına -abartmıyorum, çarpan bu, çarpı üç- çıkarılmasını uygun görmüşler. Artık bu rakamı yatıracakmışız, yoksa kontrat fesh edilirmiş ve mahkemeler kanunlar vıdı zıdı birtakım hukuki terimler diller falan.

Üç katı da etmez, o rakamı da isteyemez, istese de verilmez, ama kiraya zam da böyle halledilmez. Rakamda değilim, yöntemdeyim. Bey’i aradım bir asap bozukluğu ve sinirle, bu ne yahu diyerek. Kayda geçsin istemişlerdir, noter üstünden göndermişlerdir, takılma hallederiz, gerekirse biz de karşı ihtar çekeriz falan diyor, ben takılıyorum, niye takılmayayım? Ara allahaşkına dedim, yoksa ben doğrudan İpsala, Kapıkulu bir sınıra doğru yürümeye başlıyorum. Aramış. Neymiş efendim, tek tek kiracılarıyla uğraşamıyorlarmış, toplu olarak avukatlarına verip böyle bildiriyorlarmış, ama o rakam üstünden bilmemne olurmuş, herkesle bizim gibi konuşamıyorlarmış, ama şimdi gördük mü işte bizimle bile sorun olmuşmuş. Kardeşim, fizikte etki tepki diye bir kanun var, sen onu okulda gördün mü? Bir de güzel bir atasözümüz var, ne ekersen onu biçersin, onu bildin mi? Neyse işte, tebligata karşı kendi teklifimizle cevap verdik, yurdışına iletin bize bildirin dedik.

İnsanın gerçekten Doppler olası geliyor. O yola girdin mi de geri dönüşün zor. Sistemin tamamen dışına çıkmak, kendini toplumdan soyutlamak. Çemberin hem içinde hem dışında olamıyorsun çünkü toplum senden uyumlanmanı, düzenin parçası olmanı bekliyor. Üçlemenin son kitabı Bildiğimiz Dünyanın Sonu’nu absürtlüğün doruğunda bir zevkle, hem gülerek hem taşlamaları düşünerek bitiriyorum. Doppler serisinde en sevdiğim bu kitap oluyor galiba. İlkini okuyalı vakit geçtiği için hakkını teslim etmek üzere tekrar bir bakmam gerekiyor. Eyy Doppler, sen unutulmayacak bir karaktersin! Erlend Loe’yi de sevdiğim yazarlar arasına yerleştiriyorum.

Bunu da yazdım bitti. Peki uykucuğum nereye yerleşiyor?

Hacıyatmazla matruşka bebekler yarışıyor. Açıyorum boş, açıyorum boş.

*Fotoğraflar telefonumda, telefonum içeride. Yarın -yani pazar gün içinde- yavrukuşlardan düzgün fotoğraflar yüklerim. O zaman dek şimdilik bilgisayarımdaki filmlerinden bir ekran görüntüsü et voila.

.

Geldi pazar fotoları.

yavrularla ilk karşılaşma günü, geçen pazartesi
yavrukuşlar bu sabah. besili uyuyor, kardeş bana bakıyor
hop hadi ters yüz kukuriku
bir de kofikuş var ilk gözağrısı, bu sabahki kış görünümlü baharı koklayan

4 Replies to “Boş”

  1. Ya insanlar ne kadar garip, ne kadar utanmaz, ne kadar arsız! Her şeyin bir yolu yordamı vardır; “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” diye boşuna mı demiş atalarımız? İnsan gibi aç telefon, belirt talebini, dinle karşı tarafı, anlaşamadın mı, ondan sonra başvur resmi yollara. Bu değil mi en kolayı, en adaba uygunu?

    Doppler serisinin en sevdiğim kitabı 1.kitap olmuştu. O kitapta kendimle özdeşleştirdiğim Doppler serinin devamında giderek kendini kaybetti ve evden ayrılış sebebini unutarak hiçliğin peşinde/içinde harcandı bence.

    Beğen

  2. @Ruya ZCN Evet, tam da bunu demek istedim. Muhatabınız kadar adaba uygun olabiliyorsunuz malesef. Yol yordam bilmeyen veya istemeyene öteki daha kolay. Veriyor avukata, basıyor belgeyi, kibarlık nezaket diyalog alışveriş gerekmiyor o zaman. Her şey robotik ve hötzöt minvalinde.
    Doppler’i okuyalı bayağı oldu. Çok sevmiştim, duygu tortusu kalmış ama detaylar silindi. Tekrar okuyacağım anımsamak için sanırım. İkinci ve üçüncü kitaplar uçtu, koptu gitti nihilizm peşinde, haklısınız, ama ben çok eğlendim. İkinci kitaptaki kurguya (yazarın olur olmadık yerde kendi sesiyle girip çıkmasına), bu sonuncuda da fallik unsura bağlanmasına çok güldüm. Absürtlüğün zirvesini iyi resmetti Doppler efendi.

    Beğen

Yorum bırakın