Ne Senle Ne Sensiz

Kumrulara bakmayacağım demiştim. Kararım bir gün sürdü. Dediğimin ertesi günü toprak bir kap çıkarıp içine kağıt havlulardan bir örtü serdim. Patates soğan sepetini içeri alıp yerine onu koydum. İki gün uğramadı kimse. Eh dedim, bir kere diyeceğini dedin, duydular, gelmiyorlar. Neyse ki onlar zihnim kadar katı değil. Geldiler. Ler diyorum çünkü hem kendi hem eşi birden teşrif etti. Çok konuşkan, pek gevezeler. Her sabah muhakkak uğruyor konuşuyorlar. Birbirlerini mi çağırıyorlar beni mi bilmiyorum ama yatak odasından ta içerideki mutfak camının uzun uzun guggurugularını duyuyor, dinliyorum. Yine de yerleşik değiller, yerleşmediler. Belki dedim benim içimdeki karışık ne senle ne sensiz duygusunun karşılığı budur. Hem gelsinler, uğrasınlar hem gitsinler, dolaşsınlar. İstemekle istememek, sorumlulukla özgürlük arasındaki sıkışmam böyledir, budur.

“Ne Senle Ne Sensiz” okumaya devam et

Anlıyorum

Üst sokağın derinliklerinden güçlü, ağdalı bir şarkı yükseliyor. Kulak kesiliyorum. Acaba bir kayıt mı yoksa biri kaptırmış şarkı mı söylüyor? Etraf sessizleşiyor. Sadece kuşların cıvıltısı. Tekrar başlıyor. Genç bir kızın sesi. Uzun uzun haykırıyor şarkının nakaratı olduğunu düşündüğüm kısmını. Sözlerini anlamıyorum, ama ingilizce olduğunu seziyorum. Belki konservatuar öğrencisi, belki genç bir vokalist, belki bu baygın pazar havasının tadını arkadaşları, sevgilisi ya da kendi başına sokaklara bahçelere haykırarak çıkaran genç bir ruh. Nedense yalnız değilmiş gibi geliyor. Belki bu güçlü sesi, içten yakarışı kendi çevresi de duysun, dinlesin, hissetsin istediğimdendir.

“Anlıyorum” okumaya devam et

Kayıplar, Ağaçlar, Tüyler

Yirmi ikisi geçti, yirmi üçü ve yirmi dördü. Artık yirmi beşi.

Geçen yıl bu zamanlar yazmak ve konuşmak zordu. Seçili yazılmışlardan kayıplar, yaslar, yokluklar üstüne okuyabildim sessizce, bazen kuru bazen ıslanmış bir yüzle, evde bir köşede. Jean-Louis Fournier’in eşini kaybı üstüne yazdığı Dul’a tekrar dönmüş, Chimamanda Ngozi Adichie’nin babasının kaybı üstüne yazdığı Notes on Grief’i tekrar dinlemiş, Joan Didion’ın komadaki kızıyla ilgilenirken aniden kaybettiği eşi üstüne yazdığı The Year of Magical Thinking’i dinlemiştim. Sigrid Nunez’den dostunu kaybeden ve onun yaşlı köpeğini sahiplenmesiyle anılarını anlattığı Dost hediye gelmişti şimdi Almanya’da olan dostumdan. Kayıpların bedendeki yansımalarını, ağrılarını, sıkışıklıklarını, kendi benzersiz dilini ve sessizliğini onların sözcüklerinden üstümde izlemiştim. Anlamak güçken yapabildiğim sadece buydu sanki.

“Kayıplar, Ağaçlar, Tüyler” okumaya devam et

Aralık Günlüğü 21: Kayış

Tramvaya köpekli bir adam bindi. Engelliler ve hamileler için ayrılmış kısma geçip oturağı indirdi, yerine yerleşti. Köpek French Bulldog. Komik suratlı. Ayakkabılarımın sınırında, yerleri kokluyor. Adam işaret parmağını kaldırdı ve köpeğe baktı. Köpek kulaklarını dikip oturdu, dikkat kesildi, beklemeye geçti.

Tren bir sonraki istasyonda durdu, adamın oturduğu bölümdeki kapılar açıldı. Kapılar açılır açılmaz adam ayağa fırladı, köpeğin kayışını yanda oturan yolcuya bırakıverdi, aceleyle trenden indi.

“Aralık Günlüğü 21: Kayış” okumaya devam et