Bir aş pişen, içine insan girip çıkan sıcak yuvalara koşuyorum. Bir yalnızlığıma çekilip tek başıma evime dönüyorum.
İşte yine karşı yakada, anne baba evindeyim.
Kendimi yarım saat de olsa sahile, martıların ve kargaların arasında yürümeye atıyor; çimlere kıvrılmış uyuyan, montlarını giyinmiş sahiplerini çekiştiren boy boy köpekle farketmeden konuşurken buluyorum. Yatanların tek kulağı kalkıp iç gözleri kapanıyor. Tasmalıların sahipleri bu kadın kiminle niye konuşuyor diye bakıyor. Rüzgar keskin, adalar laci, bulutlar gri. Güneşin ışınları alçak bulutların arasından süzülüp serseri mayın gibi denizde sekiyor. Yüzümde tuz hissi, bir bankın kenarına ilişiyorum.
“Nöbet Günlüğü | 25’26: Tuz” okumaya devam et