Boğa

Kısa uğrayıp çıkacağım.

Her sene baharda çiçeklerimi elden geçiririm. Kimilerini tazeleyip yeniler, topraklarını havalandırır, desteklerim. Bitki besini alıp iyi sulardan içirir, içini dışını bir güzel sularım. Kış için içeri aldıklarımı balkona çıkarır, arka balkona -güneşli olduğu için- geçirdiğim diğerlerini ön balkona taşırım.

Annekumruya saldıran karga mıdır yoksa avanesi mi bilinmez, arka tarafa karga dadandı. Etrafı dağıtıp gidiyor namussuz. Güneş alıp çiçeklerimi rengarenk coşturan arka balkonum toz toprak içinde. Daha çiçek ekmeden, iç dış, arka ön yapmadan ortalık darmadağın. Ama bu bahanem. Belki on yıldır ilk kez ne çiçek alasım ne çiçek ekesim var. Bunun da hüzünlü bir yanı. Çiçekler hem yaşam ve can hem güzellik ve estetik kaynağı bana. Ruh okşayıcılarım. İstememek bir nevi küskünlük. Acaba neden? Binbir tane renkli sardunyadan geriye sadece bir tane kaldı. Onun dışında zeliha saçlı telgraf çiçeklerim tek köklü dayanaklarım.

Akşam vakti birden içerideki geyik boynuzunu dışarı, ön balkona çıkardım. Dışarıdaki bir yeşil bir mor iki telgraf çiçeğinin yerini değiştirip durdukları köşeyi düzenledim. Aldığı güneşle yeni yeni filizler çıkaran ama hala elimi sürmediğimden salkım saçak dalları ve kuru yapraklarıyla bir çelimsiz bakımsız görünen yeşil telgrafı ayıklayıp traşladım. İçerideki çiçeklerin boşalan yerlerini hala mor çiçekleriyle dimdik ayakta duran orkide, yeni yaprak vermiş kauçuk, boynunu uzatmış para çiçeği ve biraz sünmüş beyaz menekşeyle doldurdum.

Sonra oturdum boğadaki güneş tutulması yazımı yazmaya başladım. Birden farkettim. Yenisini almak değil, eldekini muhafaza etmek, az ve öz kalmış olsa da olana sahip çıkmak, varolanı yaşatmak, değeri güzelliği buradan yaratmak. Konu tam da buydu.

Kuzey rüzgarı keskin ve soğuk esiyordu dışarıda. O kadar ki başıma bere, üstüme montumu geçirip sağ köşe senin sol köşe benim çiçeklere köşe kapmaca oynatmıştım. Sert rüzgarla yaprakları titreyen uzun saçlı zeliham mor telgrafımı yüksek ayağından çıkarıp korunaklı alçak sehpaya indirdim. Korkuluk camının ardında korunsun, sabah güneşini doyasıya alsın, rüzgardan dayak yemesin istedim.

Kumruyu korkutup kaçıran kargayı (ah söylemeyi unuttum di mi, unuttum tabii, yavrukuşlar uçtu gitti, yuvalarının üstüne yeni bir annekuş gelip yumurtladı, geçen onu bir karga kovaladı, ben de delirip kargayı, yumurta oracıkta açıkta kaldı, ama anne geri dönüp yumurta üstüne tekrar konuşlandı, daha da oradan kalkmadı) benim korkutup kaçırdığım gibi, elimdekinin farkında varmamı sağlayan rüzgarı kovdum, güneşi davet ettim.

Yeni çiçek almasam da bildim. Bu telgraflar bana pembe beyaz çiçekler verecek.

Sizi gördüğüme sevindim, artık gideyim.

balkon çiçeği yok, köyden kır çiçeği verelim
kuzey rüzgarına kuzeyini kaybetmiş şarkı

2 Replies to “Boğa”

  1. Super muzik.Tesekkurler.
    Ben de tam tersi son gidimina kadar yasatmaya cogaltmaya calisirim cicekleri.Ama bazan olmuyor.O zaman da kabul ediyorum.Ciceklerim cok yilliksa ad koyduklarim oldu.Genelde kaktuslerdi.
    Kargalar da komik hayvanlar saksaganlar da.Ama etoburlar galiba.Dikkat gerek.Cok yuva dagitmisliklari var maalesef.

    Beğen

  2. @Muzo Aslında ben de sizin gibiyim. Çiçeklerim kıymetlilerim. Onlara bakmak, beslemek, yaşatmak beni de besler. Ama bu kış zordu. Pek tutunamadılar. Üstüne de şimdi kargalar. Bazen de tam dediğiniz gibi ne kadar uğraşsanız da olmuyor. Gideceklerse gidecekler.
    Kargayı şimdilik kışkışlayabilmişim gibi duruyor. Uzaktan komik, ama camda koca kara kanatları ve gagasıyla burun buruna gelmek..ıh pek sevimsizdi.😬İyi bayramlar…

    Beğen

Yorum bırakın