Ben Geldim

Evim de evim, rutinim de rutinim diye tutturup döndüm işte şehre.

Selam kürkçü dükkanı. Kim kimi daha çok özledi?

Sanki hayatı yeniden düzene koymam gerekiyormuş, bir şeyler elimden uçup gidiyormuş gibi bir his kaplıyor içimi. Daha çok eskisini yerli yerinde bulamamaktan kaynaklı bir huzursuzluk. Bazı şeyler artık yerli yerinde değil. Halbuki ev aynı ev, koltuk aynı koltuk, masa aynı masa. Bey, Coffee, ben..görüntüde aynıyız. İçeride nasıl bilinmez. Dış dünyada o kadar büyük bir kaos, yıkım, gümbür gümbür değişim rüzgarı var ki alışkanlıkların belirgin koruyuculuğuyla bilindiklerin sıkıp boğması iki ayrı uca çekiyor. Sığındım şeyle sıkışıyorum. Ev, rutin, düzen.

Yine de evim evim canım evim çünkü tüylü oğlum, Beyim, yatağım, yastığım, çalışma odamın kovuk gibi, kabuk gibi saran gelgeli, bahçemizin tavukları ve yumurtalardan yeni fırlamış mini mini civcivleri, apartmanımızın Fındık’ı, sokağımızın alacalı bulacalı tek gözlü kedisi, zakkumlara vuran Eylül güneşi, Boğazın mavisi…

Geçtiğimiz on beş gün hem planlı hem spontane iki ayrı denizli yolculuk yaz mevsiminin dozer gibi ezip geçen yıkımını, içten içe tüten kor yangınlarımı yatıştıran özgürlük, kavuşma, kaynaşma, birleşme duygularıyla ilaç oluyor. Hepsine doğru, hepsinin içinden yüzüyor, yüzüyorum. Gözlerim suyun altında açık kulaç atarken görüp görebildiklerimi içime çekip tutuyor, çıkarıp aldıklarımı suda sırtüstü dönüp akşam güneşine karşı gözlerimi kapayarak veriyorum. Serin ve ılık bir alışveriş. Kulaklarım suyun içindeyken dışarıdaki her şey uğultuya gömülüyor. Her şey bir. Evrenin kaosu, düzeni.

Limon çiçeği yeğenim ilkokula başlıyor. Annemle babamı ayartıp kardeşimden habersiz Bodrum’a, yeğenimin okuldaki ilk gününü görmeye gidiyoruz. Tatlı bir baskın, gerçek bir sürpriz. Kendi çocukluğumdan oldukça farklı, terlikli şortlu Bodrumlu anne babaların cıvıl cıvıl yavrularını beklediği bahçede iki üç sokak köpeği okul binasına öğrencilerle birlikte girip çıkıyor. Gülümsüyoruz. Uzaktan gözlerimizle, yakından ellerimizle onları sevip okşuyoruz. Mavi tişörtlü lacivert şortlu maskeli kız ve oğlan çocukları düzenli düzensiz sınıf sıralarına girerken biz de onların arkasında yerimizi alıp, yıllar sonra ailece okulda istiklal marşını hep beraber söylüyoruz. Özgürce bahçelerde, dışarılarda koşup oynayan yeğenim için işte o beton duvarlar arasına girip düzene teslim olma zamanı başlıyor.

Onunla aynı boya iniyor, sarılıp kulağına fısıldıyorum. Heyecanlı mısın? O da bana fısıldıyor. Evet, biraz heyecanlıyım. Yabancı ve yeni bir kalabalıkla, fonda bangır bangır çalan okula giriş müziklerinin neşe mi terör mü yaydığı belirsiz gürültüsüyle okulun içine girmesine ve anında geri dönüp elleri gözlerinde anne babasını aramasına şahit oluyoruz. Bu sırada onu filme çekiyorum. Her şey kayda giriyor. Çocuk, öğretmen, anne, baba. İçim titriyor. El sallıyorum. Hep beraber el sallıyoruz. Anneanne, babaanne, dede, teyze uzaktan, anne baba öpüp sarılarak yakından. İçeri giriyor, gözden kayboluyor. Bu bir basamak. Onun için ilk sınav, ilk düzen, ilk Satürn teması. Büyümesi gerekiyor. Büyü çiçeğim büyü.

Kendi ilk okul günümü hatırlamaya çalışıyorum. Hafızamda tam bir kayıt yok. Fotoğraflar var hatırlamakla hatırlıyor sanmak arasında beni bırakan. Kardeşim daha bir yaşında değil ve pusette, annem onun arkasında ayakta, anneannem ve babaannem bankta. Siyah önlüğüm, beyaz yuvarlak yakam, taranmış ve yandan ayrılmış saçlarım, tek tarafa takılmış saç tokam, elimde deri okul çantam. Hatırladığıma emin olduğumsa birinci sınıf sonundaki okuma bayramından kareler. O yaştaki kız çocuklarının giymek isteyeceği güzel bir elbise veya etek yerine askılı kırmızı pantolon ve boğazlı kırmızı kazak giydirilmiş, bundan son derece mutsuz, hüngür şakır ağlayan sınıf arkadaşım. Ve onu ‘ağlama ama, sen bayrak gibisin bak!’ diye övüp avutmaya çalışan yan sınıfın öğretmeni. Bay-rak hecelemesi ve telaffuzu vurgulu.

Geçen hafta yayınladığım yeniay videosunda yaz bitmedi diyorum. Bitmeye az kaldı. Yirmi ikisi ekinoks. Az sonra sonbahar. Eli kulağında. Ama daha değil, henüz değil. Zamanında ne değişik diye düşünüp dinlediğim Antalyalı, Adanalı, Tarsuslu, Mersinli öğrencilerin okuldan çıkıp denize gitmelerinin bana küçükken farklı gelen düzenlerini düşünüyorum. Ardından ben doğmadan birkaç ay önce vefat eden dedemin Anamur’da okuldan çıkıp arkadaşlarıyla denize girdiği, sonra da üstlerinde tuz tadı kokusu kalmasın, annelerine yakalanmasınlar diye nehirde yıkanıp eve dönmelerini annemin anlatması düşüyor zihnime. İşte bu hala yaz mı değil mi gelgitinde Bodrumlu ilkokul öğrencileri okullu ve sayfiyeli olmanın anlatılmaz yaşanır gerçeğini pek şahane yansıtıyorlar gözlerimin önünde. Yeğenim okuldan çıkıp bulunduğumuz otele anne babasıyla geliyor. Üstü çıplak altı mayolu plastik plaj sehpası üstünde ilk çizgi çekme ödevini yapıyor. Bittiii. Gerisi koştur koştur deniz, koştur koştur bahçe. Yarı yaz yarı okul. Herkesin kürkçü dükkanı kendine.

Ev de bir okulsa ben de seyahat çantamı boşaltıp çamaşırları yıkamak, masamı toplamak, yazın kalkmış kilmleri sermek, evi sonbahar için giydirip sağlıklı düzenime yeniden dönmek için odadan odaya dolanıyorum. Kulaklarım hep dolu, kulaklıklı, sesli kitaplı, dinleme modunda. Denizin içindeki hepsi bir uğultudan dış dünyadaki hepsi ayrı seçiciliğe o kulaklıklar beni taşımaya çalışıyor. Ben de kendimi. Biraz beden desteği gerek. Yarın bir buçuk sene sonra stüdyoda ilk defa pilates. Özlemle kavuşmayı bekliyorum bedenime, topraklanmaya, dengelenmeye.

Kim kimi daha çok özlemişti?

Selam kürkçü dükkanı.

Ben geldim.

…..

Burası çocukluğumun geçtiği sokak, dedi Klara Tove Ditlivsen’i alıntılayarak, varoluşumun kökü burada. Bir gün korkunç bir şekilde kaybolmuşken beni yerime mıhladı. Yağmurlu bir havada zihnime melankoli tohumları attı. Kalbim sertleşsin diye beni yere çarptı, sonra dikkatlice ayağa kaldırdı ve gözyaşlarımı siliverdi.

Miras, Vigdis Hjort
kayda girenler: kavuşma
kayda girenler: fısıldaşma
kayda girenler: kamuflaj

4 Replies to “Ben Geldim”

Yorum bırakın