Dinlemek

Bazen sadece duyulmaya ihtiyacın olur. Onun için açarsın ağzını, çıkarırsın sözcükleri, dökersin içini, kendini. Tek beklentin dinlenmektir. Akıl verilmeden, çözüm üretilmeden, gözlerinin içinden görülüp, sesinin titreşiminden duyulmak istersin.

Kendini açmanla yarattığın etki bir tepki doğurur. Seni gören, anlattıklarını kavrayan, kendini senin yerine koyabilen biri o tepkide kalabilir, sen olabilir, sana seni geri verebilir.

Tabii bunun aksi de olabilir. Malzeme sen bile olsan masaya getirdiğin anda mesele her zaman karşındakiyle ilgilidir. Onun dünyası öyle döner. Ne anlatsan o her şeyin merkezindedir. Bir bakarsın mesele senden çıkar onunkine evrilir. O zaman bir durur bakarsın:

Konuşmacı ben değil miydim? Neden dinleyici edildim? Sadece iç dökmek istedim. Bunu paylaşmak. Dinlenmek. Duyulmak. Çözümsüz, yapılacaklarsız, senin meselenden bağımsız. Mesele sen değilsin, benim. Bunu anlayabilir, susabilir, dinleyebilir, duyabilir, orada kalabilir misin?

Bu bir örüntüyse, belki de ilişkilerinin sağlığına bakmak gerekir. Tek taraflı bir monolog ve ihtiyaçlılık üzerinden ilerleyen konuşma-dinleme hali gün gelir yıpranıp kopuverir. Ben-merkezci için bu kopuş çok şaşırtıcı olabilir.

Her sahneyi kendi oyun alanına çevirmek, evet, bir beceridir, ama kendinin olmayan her sahneyi krallığın ilan ettiğin aymazlık içinde bir bakarsın ne sahne kalmış, ne seyirci. Arkadaş, dost, ahbap mı dedin? Yok, onlar sadece şakşakçı, gözlemci.

Cape
Cape of Good Hope, Güney Afrika, 2010

Yorum bırakın