Bangır bangır düğün çalıyor yakınlardaki köylerin birinde. Düğün çalmak diye bir şey yok, tamam, ama anladınız ne demek istediğimi. İki bayram arası düğün olmaz derler, ama bizzat bayramı bağlayan bir durum yok. Kökleyin o zaman.
Körolasııı çöpçüleee-hee-eeerr.
Halbuki eş zamanlı solumuzdaki meşeyle karşımızdaki meşe arası bicibic bicibic diye sesleri taklit edilemez iki kuş cilveleşiyor. Kapı gıcırtısı mı desek, plastik torba sürtüşmesi mi? Seslerin tizliği ve tırnakla tahta çizen gıcıklığına tezat üstümüzden pike yaparak geçen bir tanesinin kartalvari büyüklükte olduğuna Bey iddiaya giriyor. O diyor iki, ben diyorum üç taneler. Orman bicibicleriyle köy dırınırılarının atışmalarını tenis maçı gibi dinliyoruz. Arada da takada takada havaya sıkılanları.
İşte beeen, böyle biiirr, akşamdaaaa, aşık olduuuum, dırınım.
Halbuki gündüz nasıl sessiz, dingindi. Helikopter böceklerinin kanat çırpışlarından kır çiçeklerinin yumuşak hışırtılarına kadar tüm sesler sessizliğe tabiydi. Doğanın nefes alışı duyuluyordu. Arada bir de Coffee’nin hatır hutur kaşınması.
Tek kaşınan o değildi canım. Anası da kaşıntıdan öldü ölecekti. Orman dediğin böcek haşere hayvanat yuvasıydı. Evet, burası onların yuvasıydı. Bizler anca göçebe. Yediler ayaktan bacaktan, koldan parmaktan her bir etimi kemiğimi. Anti-mosquito pantolon ve dize kadar plastik çizmelere rağmen atlatamadık yerlileri göçebeliğimizlen. Gülü seven dikenine.
Yanıma geel, yanıııma daa, yanı yanı başşımaa-ğaa-aaa-ğaaa.
Şuraya gelmeye başlayalı onuncu yılımıza girdik. Bayramlar geçirdik, bayram aralarını devirdik, aile ahbap ağırladık, gönüllü mahsur kaldık. En çok Coffee’yle burunlarımızı göğe doğru dikip ailece ulumasını sevdik. Bir de zamanın küçük Ömer’inin ‘ben büyükken Afrika’ya gitmiştim’lerini.
Bicibicler aşağı bayıra doğru uzaklaşır, düğün müzikleri yavaştan ölürken dört koldan başlayan senkronsuz akortsuz ezanlar gecenin derinliğini muştuladı. Bir muştu, iki muştu, bicibicler karşı dala kondu.
Ormanda vapur hikayeleri okunur mu? Hem de ne iştahla. Murathan Mungan’ın seçtikleriyle hazırlanan Edebiyat Seferleri İçin Vapur Tarifeleri topraklanan bedeni sular, Ateşçi Süleyman’ın ağzından Halikarnas Balıkçısı denizi, kadını, kutsal anayı tarifler.
Ayrılışım firaklı geçti. Kadına “Bak gebesin, para lazım, ben de denizciyim” dedim. Bana “İşte burada deniz var a” dedi. “Bu deniz ve bu kıyı kumlarla oynayan, şeytanminaresi toplayan çocuklara göredir. Bizim deniz başkadır” dedim. Konsolun üstünde bir eski saatimiz vardı. Onun tiktakını amma da dinliyordu. O dinlerken ben de ona uzun uzun bakıyordum. O tiktakı yüreğiyle sayıyordu. Saatin tıkırtısı, gideceğim ana doğru yaklaşan mukadderatın adımlarıydı. Ayrılış saatinde bana vahşi vahşi sarıldı. O sarılmada sıcaklık vardı. Çocukluktan beri içinde topladığı sıcaklık… Hatta kendisinden önce, anasından, anasının anasından… Ta insanoğlu başlayalı beri… yüz binlerce seneden beri toplanagelmiş olan sıcaklık vardı.
Ateşçi Süleyman, Halikarnas Balıkçısı, Edebiyat Seferleri İçin Vapur Tarifleri / Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle
Kitap otuzaltı öykü içeriyor, eski yeni birçok Türk yazardan tadımlıklar veriyor. Ormanda vapur seferleri iyi gidiyorsa deniz kenarında da belki serinin diğeri seçkisi Tren Geçti gider.
Peki en güzel kapanışı kim yapar?
Yengeç dönemini taşıyan şarkılar.
Piers Faccini ve Blick Bassy’den Mother Time.
İyi bayramlar.