Yeraltı Kadınının Bet Geyiği

Bugün bet bir ruh halindeymişim. Bey öyle dedi. Ehliyet yenilemek için girdiğim çeşitli bürokratik işlemler, birkaç saat hapis kaldığım kurumlar ve muhatap olduğum birtakım insanlardan kaynaklı ekşiliğim olabilir. Yo yo, yanlış anlaşılmasın. Bu klasik bir ‘memlekette ne doğru işliyor ki, o da bok, bu da püsür, şu da fısır’ tadında bir serzeniş değil. Nitelik yoksunluğu babında gözlemler, hayıflanmalar, homurdanmalar, söylenmeler ya da hiçbiriyle ilgilenmeyip kafayı çevirip gitmeler.. 

Dikkat dikkat! Bu yazı buram buram kibir kokabilir. You’ve been warned! İngilizcemi de şuraya şöyle koyayım.

Devlet kurumlarına işim kırk yılda bir düşüyor. Taşınma, ehliyet, pasaport, vergi vıdı zıdı. Geçmişe göre nispeten bir ‘sistem’ olduğunu ve sistem ‘patlayıp’ (kullandığına bizzat şahit olunan memurun ağzından alıntılanmıştır) çökmediğinde işlediğini söyleyebilirim. Sistem var, ama onu yönetebilen zihniyet ve nitelik var mı? Cevap bende değil, bugün soru sormakla yükümlüyüm. Ve lakin, varolanlardan mutlak bir tespit yapmam gerekirse cevap şu olur: 

Geyik. 

Her şey, her an ve sürekli geyik kıvamında. Diyaloglar, hitaplar, işi ele alış ve lütfen yapışlar. Sanki işi olup sırada bekleyenler küçük zavallı çocuklar da, şamarcı hocaları tarafından ismen (adı soyadıyla değil, sadece ön ismiyle) çağrılmayı bekliyorlar. Hatice Seliiiin. Haticeee. Memur içeriden bağırıyor, bekleyen kız buradayım diye kalkıp bankoya gidiyor, seslenen memurun başındaki diğer iki memur kıkırdıyor. Sürekli bu kıkırdama. Çünkü içeri yürüyen bir dişi kişi giriyor. Kikiki kokoko. Kıkırdama yoksa triptik bir hallere maruz kalınıyor. Hoop, sistem çöktü. Al işte sistem çöktü. Sistem ful komple tamamen çöktü. Hayırlı işler. Hadi bakalım hayırlı işler. (Yine birebir alıntı). Bekleyenleri baskılamadan ama kendilerince kibarca bir nevi kışkışlama, yapacak birşey yok ben de sistem mağduruyum kartını oynama. Tüm bu haller arasında o tatlı (hayır, hırt mı hırt) geyiği bırakmama. 

Hani o kadar deli manyak olayların ortasında sıradan normal hayatlarımızı idame ettirmeye çalışıyoruz ki geyiğe bağlamayıp da ne yapacağız?  

Mı?  

Hayır efendim, keşke. Bu geyik öyle geyik değil. Nitelikli ve zeka pırıltıları saçan bir komedya falan da değil. Bir yaşam tarzı, varoluş biçimi, kendine matah (olduğunu sandığı) birşeyler atama hali. O geyik zihniyet insanlardan kurumlara, yapılara ve sisteme yansıyor. Sistem geyik yapmıyor, ama geyik yapan kişilerin elinde ya çöküyor ya patlıyor. Sistem hangi dili konuşuyor anlamıyorum -do you speak english my dear?-, ama sistemi kullananlarla aynı dili konuşmuyoruz, onu görüyorum. Lost in translation. İngilizce kullanmaya devam ediyorum. Eh, ne beğenirsiniz oluyor? Saat tam öğlen onikiyi gösterdiğinde sistem çöküyor, yönetenler geyiği patlatıyor. Hayırlı işler abi! Gevrek geyik sürüyor. Zamanlama manidar oluyor. 

Murakami Sahilde Kafka’da hiçliğin çoğalmasından bahsediliyor. Nitelikli hiçlik. Bu ne demek? Nitelikli olan şeylerin yokolması hiçliği büyütür gibi birşey. Murat Gülsoy’un 5 Hafta 5 Roman serisindeki yorumu bu. İşte ben de memleketin sisteminde bir sürü değerin, vasfın, niteliğin, kalitenin (güzel Türkçemize giren çıkan bütün dillerin katkılarıyla) yokoluşundan kaynaklı hiçliği görüyorum. Niteliksiz geyik form alıyor, kanlı canlı gevrek gebelek karşında göbek kaşıyor. Nitelikli hiçlikse elini havadan geçirip avcunla boşluğu tutmaya çalışman gibi yokolup ulaşamadığımız semalara çıkıyor.  

Bey haklı belki. Nedensiz bir betlik içindeyim. Nitelikli hiçlik mi, niteliksiz geyik mi, nedensiz betlik mi? D, hiçbiri. 

Dilini anlamadığım, geyiğini sevmeyip yok saydığım sisteme inat kendi sistemimi niteliklerle doldurmaya çalışıyorum. Başak hocam içimdeki Balık arketipini görüp tüm bu meşguliyet ve doluluk halime sanki ben Başak o Balıkmış yakıştırmasını yapınca bir duruyorum. Belki de dilini anlayamadığım, anlamak istemediğim bu kaosu, dilini bildiğim başka ilhamlarla formlandırmaya gayret ediyorum. Parmaklarımın arasından kayıp giden geyik, zihnimle tutabildiğim nitelik. 

Ekim ayının ilk nitelikli kavuşması 5 Hafta 5 Roman’ın kendi adıma ikinci serisinin ilk dersi bu akşam Dostoyevski Yeraltından Notlar ile başlıyor. Akrep yazarın bizzat o ortamlarda yaşayarak yazdığı yeraltı dünyası tam da Ay bugün Akrep’te ve Venüs’le kavuşmuşken bakalım ne gibi yerinde ve zamanındalıkları beraberinde getiriyor. Buldum işte, tüm betliğim bundan kaynaklanıyor. Yeraltı kadınıyım bugün. Yu-mu-şa-ma-ya-ca-ğım -diyor içimdeki Dostoyevski hanım zat! 

Önümüzdeki hafta ise bir dolu Filmekimi bileti kullanılmayı bekliyor. Heyecanla, iştahla, ilhamla, aşkla seyretme isteği içinde olduğum akan görüntüler, hikayeler hayallerimde birikiyor. Hepsi farklı coğrafyalardan göz kırpıyor. Japonya, Güney Kore, Romanya, Finlandiya, Amerika, Yeni Zelanda, Fransa. Yok yok. En merak ettiğim uzaylılarla anlaşmaya çalışan bir dilbilimcinin üstüne olan Arrival. Hem korkarım hem isterim. Uzaylılarla konuşmanın dilini bana lütfen öğretin. Bakınız insanlardan yana umudunu kaybedip uzaylılardan medet uman bir garip homo sapien. 

Akbank Caz Festivali’nin de eli kulağında duruyor. Bir konsere bilet aldım, diğerlerini göz temasıyla kesiyorum. 

Son haftaysa ufukta bir Oslo seyahati görünüyor. Yakın arkadaş kavuşması, kız buluşması, Nordik kan tazelemesi, Ekim noktalaması.  

Neyse, bu da böyle Ekim ayı durum raporu gibi oldu. Niteliksiz geyikten dem vurup onu da yaparım bunu da ederim seviyesine inmiş gibiyim. Neden? Çünkü ben nitelikli bir kişiyim! Yalan. Halen ‘yeraltı adamı’nın etkisindeyim.  

Kolay elde edilmiş bir mutluluk mu yoksa insanı yücelten elem mi daha iyi? Yeraltından Notlar, Fyodor Dostoyevski, s.173  

En iyisi ben yine betliğime, yeraltı kadınlığıma döneyim. Geyiği kırktan önce de sevmezdim, şimdi de sevemeyeceğim. Bana aptal mı dediniz? Eh tabii, çünkü normalim.  

Kırk yaşındayım artık; şaka değil, kırk yıllık koca bir ömür, yaşlılığın ta kendisi! Kırkından fazla yaşamak ayıptır, aşağılıktır, ahlaksızlıktır. Kim yaşar kırkından fazla? Haydi, bana açıkça, elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin! İsterseniz size ben açıklayayım: Aptallar, namussuzlar yaşar kırkından sonra. Bütün ihtiyarların, o ak saçlı, güzel kokular sürünmüş saygıdeğer ihtiyarların yüzüne karşı da söylerim bunu! Hatta çıkar, sokaklarda haykırırım! Buna hakkım var, çünkü kendim de altmış yaşıma kadar yaşayacağım! Üstelik yetmişimi, seksenimi bulacağım! Of! İzin verin, biraz soluk alayım!… Yeraltından Notlar, Fyodor Dostoyevski, s. 43 

10 Replies to “Yeraltı Kadınının Bet Geyiği”

  1. ah o niteligin yok olusu ve niteliksizligin cogalisi… beni de Istanbul’dan sogutan ve kacmak istememe neden olan da tam olarak o iste… bu kibir degil. Istanbul’dan ayrilinca kibir olmadigini ve boyle yasamanin, niteligin aslinda minumum standart oldugunu anladim. insan olmakla geliyor yani. kendine saygi ve sonra baskalarina saygi. biz kendisine saygisi olmayan bir toplum olduk hizla.. geyik de ordan cikiyor kanimca… boyle olunca hicbir sey yurumuyor, hicbir sistem varolamiyor ve her gun yeni bir sistem yaratiliyor sil bastan, duruma gore, isine gelirse….

    Beğen

  2. Niteliksizlik çığ gibi büyüyor, ama esas korkutucu gelen benim ‘niteliksiz’ dediğim ‘geyik hal’in bir değer olarak yücelmesi.

    Beğen

  3. O kafalar o kadar başka kafalar ki, bence adap ille de çok okumuşluğu gerektirmiyor. Eğitim mevcut olmasa bile edepli davranmanın bir yolunu bulabilmeli insan. Çok yazık durumlar bunlar…

    Beğen

  4. Nitelik sahibi olmak eşittir okumuşluk ve eğitim gibi bir savım yok. O benim kendi tasarrufum, seçimim, ama kaide bu değil. Eğer yazımdan bu anlaşılıyorsa kendimi iyi ifade edememişim. Sadece adabın, hal tavrın değil, niteliksiz bir sığlığın, gevşekliğin, gevrek bir aynılaşmanın ve buna tutunup prim yapmanın gözleminde, tespitindeyim. Ve muzdaribim.

    Beğen

  5. Filmekimi seçimlerimi programıma göre ayarlamam gerekti. Favori gösterilenlerden Romanya’nın Oscar adayı Sieranevada ve yukarıda yazdığım Amerikan Arrival var. Kim Ki Duk Ağ (Güney Kore) ve Fransa’nın Cannes ödüllü Alt Tarafı Dünyanın Sonu’nu merak ediyorum. Diğerlerini daha çok vizyonda seyredemeyeceğim dünya sinemasından seçtim. Fırtınadan sonra (Japonya), Vahşiler Firarda (Yeni Zelanda), Olli Makki’nin En Mutlu Günü (Finlandiya) gibi.

    Beğen

Yorum bırakın