İlham

Yazmak dediğin oturup iş yapmak gibi değil kardeşim. Önümüzdeki iki saat boşum, geçeyim masa başına, döktüreyim şöyle sayfa sayfa. Yok. Yalan o. Olmayabilir de. Ve lakin oluyor da.

Yazacak ilhamla dolup taştığım zamanlar genelde yazmaya müsait olmadığım anlar. Mesela Coffee’yle yürüyüş yaparken veya araba kullanırken, bir sohbetin derinliklerine dalarken ya da yogada poz içindeyken, kitap okurken, film izlerken, bir yerden bir yere yetişme derdindeyken, kısaca hayatı aralıksız yaşarken.

Bazen kafama notlar alıyorum, onları klasörleyip raflara diziyorum. Vakit bulunca uygun raftan ihtiyacım olan dosyayı çıkarıp dökebiliyorum. Her zaman değil, ama mümkün. Yakalayamadığım veya yazmaya giriştiğimde kaçırdığımsa o ilham anı oluyor.

O his, o an.

O anda, ilhamın geldiği zamanda yazmayınca ne oluyor?

Ham, saf, diri düşünceler yerini komplike cümlelere, rasyonelliğe, kurguya, sebep-sonuca, didaktik bir yapıya bırakabiliyor.

Ya da

Daha rafine, düşünülmüş, oturtulmuş, giriş-gelişme-sonuç ilişkisi belirgin bir akışa.

Her yazıya dökemediğim ilham bir taşkınlık hissi uyandırıyor. Dolup dolup taşıyorum, dolup dolup taşıyorum, sonunda göz göre göre boşa akıyorum gibi bir his.

Belki de gözlemlemek gereken budur. Dolma-taşma-boşalma hissi. O boşalma boşuna değildir belki, boşalması, çözülmesi, eriyip gitmesi gerektiği içindir. Ya da küçük-büyük ilham yoktur. İlham vardır ya, ilham kendi başına yeterlidir, yazmadan da geçerlidir.

İlla ekilip biçilmeli midir ilhamlar, düşünceler? Her ilham boyutlanmalı, mikrodan makroya ulaşmalı mıdır? Sadece olduğunu farketmek, buna gülümsemek, mutlanmak ve devam etmek olası mıdır?

Taa ikiyüz sene öncesinden seslenen Henry David Thoreau demiş ki:

Yeryüzünün tümüyle ekilip biçilmesini istemediğim kadar her insanın ya da insanın her parçasının da ekilip biçilmesini istemem: Bir bölümü sürülecekse de daha büyük bir bölümü çayır ve orman olmalı, sadece doğrudan kullanıma hizmet etmeyip desteklediği bitki örtüsünün her yıl çürümesi sayesinde uzak bir gelecek için humus hazırlamalıdır.
Henry David Thoreau, Yürümek, s. 56

1800’lerin Yaban’ında yürüyüşler yaparken ürettiği eserleri bayramda, kulübemizin yamacında, ormanımızda okurken bunu unutmamalıyım diye not aldım kafama. Unutma bunu, yaz bir kenara.

İşte, o gelip geçen, akıp giden ilhamlar belki de çürüyüp ölecek, geleceğin ilhamlarına humusu hazırlayacaktır. Ölen düşünceler yenisini doğuracak, beslenme ve yaşam döngüsü scarab gibi kendini kendinden doğuracaktır.

Bu mudur?

Öyledir. Ya da değildir. Hem ne farkeder? Zaman şimdidir. Bugündür. Misal artık Ağustos’tur. Ayın biridir, biriciktir. Gerisi zaten gelir.

Coffee'yle

One Reply to “”

Yorum bırakın