Tokyo sokaklarında yürüyorum. Üstümde beyaz bir gömlek, dar diz boyu bir etek, hafif topuklu zarif ayakkabılar. Fit bir görüntü, fit bir yürüyüş. Tık tık tık tık topuklarımın kaldırımdaki sesini duyuyorum. Çevremde binalar yüksek, etrafımda koşuşan adam çok. Birden bembeyaz oluyor her şey. Göremiyorum! Ama duramıyorum da. Yürümeye devam ederken inen bu bembeyaz, ışıklı perde beni çok korkutuyor. Beyaz boşluğun içinde havalanır gibi giderken ellerim önüme uzanıyor gayri ihtiyari, birilerine değiyor. İçimde gittikçe yükselen korku ses veriyor. Allahım ne oluyor bana? Ne Oluyor Bana? NE OLUYOR BANA?!
Kendi sesime uyanıyorum. Bey tepemde. Tamam, birşey yok diyor. Bakıyorum. Görüyorum. Anlıyorum. Yataktayım. Kucağımda 1Q84. Bayılmışım. O kitabın koca sayfalarını çevirirken dirseğimin kıkırdaklı hassas kısmını yatağın sırtlığına çarpmışım. Şut ve gol. Okuyucu nakavt.
“Körlük” okumaya devam et