Sadakat

Bir senedir sadakatle en iyi yaptığım şey meditasyonlarım. Tam olarak on aydır her gün mantralar eşliğinde.

Hayatın yoğunluğu içinde bazen yetişmek, dengeyi bulmak, düzeni tutturmak kolay olmayabiliyor. Arada yorgunluktan veya saatlerin uyumsuzluğundan, bazen seyahatlerden, yollarda geçen zamandan, ya da içkili geçen bir günün peşinden, hastalıktan, ama sadece bunlardan kaynaklı yapamadığım bir iki günlük aralar oluyor. Yine de o kısa aralar kopukluk değil de, beni daha çok kapsama alanında hissettiren, kollarını açmış da içine çeken bir kucak gibi. Kendimi dönüp dolaşıp koşarak koltuğuma, minderime, köşeme oturur, gözlerimi kapar, nefesimi ayarlarken buluyor; kulak çınlamalarımın yavaş yavaş sustuğunu hissediyor; içimde nelerin kaynadığını duyup dinleyebiliyorum.

“Sadakat” okumaya devam et

Kalp Günlüğü | 5 | Macera

Bilgisayarımı açınca duvar kağıdındaki Coffee bezmiş bir yüzle bana bakıyor. Kahve çekirdekli burnu, boncuk gözleri, çenesinin altında sıkışmış hipposu, hepsinin üstüne yatmış ben, şaşkınlıkla kalkmış kaşlarım, kırışık alnım.

Hep bu fotoğraf karesi gibiydik. Göz göze, burun buruna. Artık onu başka köpeklerde aramayı bıraktım. Fındık’ı Fındık, Pingu’yu Pingu olduğu için sevip okşuyorum. Hepsinin içinden Coffee’ye uzanan bir tünel var, biliyorum. Benim için ona selam yolluyor, kuyruk sallıyor, burun ve kafalarını iki dizimin arasına sokup derin ve içli nefes alıp veriyorlar sanki bu aramızdaki özel diyalogu bilir de ondan bana getirirmiş gibi. Yeni köpekleri değil, onları seviyorum. Arkadaştılar, evimize girip çıkandılar, hem öpüşüp hem birbirlerini kıskanandılar. Coffee gitti de eski arkadaşlarından kim kaldı ki?

“Kalp Günlüğü | 5 | Macera” okumaya devam et

Nöbet Günlüğü | 7-8-9: Trans

Cep telefonlarıyla ilişkimiz ne olacak bilmiyorum. Bir şeye evrilecek mi yoksa bedenimize yapışık, entegre hallere dönecek mi?

Elimden bırakamadan en az üç saat geçirdim. Evet, iş hallettim, arkadaşlarımla dertleştim, yazılar okudum, müzikler dinledim, Instagram’da aptal aptal dolandım, bir o hesap bir bu hesap ekranımı tazeledim, mailler yazdım, yazıları resimleri videoları indirip indirip yükledim. Elektrik yüklü mavi ışıklı ekrandan bir türlü kurtulamadım, elimden bırakamadım. Bıraktığım anda bir şey googlelamak, foto albümüme bakmak, şunu kontrol etmek bunu silmek derken tekrar tekrar elime aldım. Saatler geçti, bu elime yapışıp ısınan alet tüm bedenimi bağımlılık duygusuyla hapsetti. Saat olmuş altı, ancak kalkıp şarja taktım da (çünkü pili azaldı) bilgisayara geçtim, yazıyorum. Başımda bir ağrı.

“Nöbet Günlüğü | 7-8-9: Trans” okumaya devam et

Ay Günlüğü | 18

Ayın yarısını geçmem itibarıyla itiraf ediyorum. Baştaki kavuşma coşkusu yerini biraz göreve bıraktı. Kendi kendime söz verdiğim için bu ekranda gün be gün yürümeye devam ediyorum. İlk günden geceleri yazmaya başladığımdan bir türlü gündüze dönemiyorum, ancak yatma saati gelince ekranla başbaşa kalıyorum. Gidip uyumak varken çalışmam gereken o ajans geceleri aklıma geliyor. Tatsız, uykusuz, sırt ağrılı anılar.

Bunu kırıp olumlamak için yatakta sırtımı yastıklarla destekliyor, bileklerime uçucu yağlar sürüyor, laptop kucağımda yazıyorum. Coffee yatağında horlarken tatlı bir metronom gibi çalışıyor. Işığım loş, ortam yumuşak, dışarıda ses yok, gece örtüsünü örtmüş. Tamam, bir şeyler dökülmeye başlıyor.

Latife Tekin’in romanlarını yatağında yatarak yazdığını öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Kağıtlar notlar defterlerle karışmış bir yatak, içine gömülmüş bir yazar hayal etmiştim. Sanki kuluçkaya yatmış da sürü sepetine yumurtlayacak, doğuracak bir dişi ana. Pek benlik değil.

“Ay Günlüğü | 18” okumaya devam et

Koyver

En azından deniyorum. Ama mumla, ama seanslarla, ama ayı güneşi bulduğumda yüzümü çıkarıp, ama mis kokulu taze bir demet çiçeği bir vazo suya daldırıp.

Pamuk ipliğine bağlı moral bir iniyor bir çıkıyor. Pamuk ipliğinin kaldırma gücü ne olabilir? Hiç küçümsememeli. Yeri geldiğinde çok keskin, net bir silah, yeri geldiğinde gözle görünmeyen bir kurtarma halatı.

“Koyver” okumaya devam et